3 Ekim 2016 Pazartesi

UNUTMALI (MI?)

Hepimiz ''Beyin her saniyeyi kaydediyor.'' cümlesini duymuşuzdur. Bu cümleyi ilk okuduğumda ne kadar bilimsellik dışında olsa da saçmalık olduğunu düşünmüştüm. Ama sonradan üzerinde düşündükçe anladım. Beyin her şeyi kaydeder ama ''Bizim istediklerimiz'' bize geri kalanlar olur. Çünkü biz istediklerimizi kafamızda bin defa çeviren varlıklarız sadece istediklerimiz için... Mesela ilk sevdiğin insanın gülüşünü veya en yakın arkadaşın dediğin insanın yardımını unutamazsın.Zaman üstünü tozla kaplasa da o tozu üflemen bir kaç saniyeni (10.000 nöronunu) alır. Düşündükçe aynı duyguların kabarır. Bunun bilimsel açıklaması da beynimizin tam ortasındaki amigdaladır. Boyutu ne kadar küçük olursa olsun bütün duygusal hafıza merkezimiz konumunu üstlenen elmasımızdır. Anılarımızı canlı tutarak kimi zaman kişiliğimize yön verdirtiyor. Anılar duygular ve şu anda hatırladığınız önemli şeyler aslında beynimize istemsizce kodlanmış şifrelerle canlı duruyor. Bilgisayar gibi kodladıkça proteinler sayesinde kalıcılığını arttırıyoruz. Her ne kadar derslere, iş hayatına uygulaması zor bir metot olsa da kodlama ve tekrar sayesinde protein bağlarını sağlamlaştırabiliriz. Ben kendimden örnek vermem gerekirse en başta da dediğim gibi ''istediklerim'' için yapıyorum bunu. Çoğu şeye geri dönüp baktığımda ''unutmalı mıyım ?'' sorusunu sordum kendime ama olan tek şey kısa süreli hafızamda yok edebilmek oldu. Benim için değerli olan insanlar her zaman uzun süreli hafızama kazınmış durumdadır. Çünkü insan beyni bilinç ve zihinden oluşur. Bunların en büyük destekçisi de duygulardır. Benim duygularımı taze tutan yani beni ben yapan insanlardır. Sizde çevrenize iyi bakın çok yakın olduklarınız, eskiden çok yakın olduklarınız yanında veya gözünüzün önündeyse bir kere daha ona bakıp eski olan bütün anılarınızın üstüne iyice bir üfleyin. Çünkü onlara üflemeyip unuttukça onlarla beraber bir zamanlar değerli olan insanları da sileriz hayatımızdan... Benim şu anda hayatımdan gitti diyebileceğim çok değerli insan var. Ama ona baktıkça kendime soruyorum '' unutmalı mı?'' işte beyin, zihin veya insan kendi kendine bu soruyu soruyorsa onu beynine kazımıştır. Her zaman eskilere dönüp üflediğimde iyi veya kötü hepsine bakınca anlıyorum. İyiki var 'mış diyorum. Çünkü o beynime ve karakterime çok şey katmış. Sizde bir düşünün eski arkadaşınız sevgiliniz öğretmeniniz veya her kimse... Bize bıraktıklarıyla her gün yaşarken niye onların yanına gidemediğimizi... Her yazımın sonunda da dediğim gibi her şeyden öte sevmek ve sevilmek varken beynimizi boşa yormaya gerek yok. Benim için değerli olan insanların kodları beynimde ayrıdır. Lakap dediğimiz olguyu kullanarak kendime özelleştirdiğim insanları ne olursa olsun bırakamıyorum. Sizde özel olan her şeyi ''kendinize '' özelleştirin ve sevin... Çünkü Sevmediğimiz her saniye biraz daha kaybediyoruz.


14 Eylül 2016 Çarşamba

EM-PATİ

Her gün çoğu artık refleks haline gelmiş diyebileceğimiz düzeyde hareketler yapıyoruz. Her nefes alışımızdan sonra ne olacağını bilmeden yaşarken bir sürü yeni olayla karşılaşıyoruz. Hepsi için ayrı bir düşünme, zaman, plan... Hepsi beynimizde boş bulduğu bir koltuğa yerleşerek diğerlerini bekliyor. Tiyatro salonundaki seyirciler gibi her gelen bir sonrakini bekliyor ki oyun bir an önce başlasın. Oyunumuzun perdeleri açıldığı zaman karşımızdakine, o anki duygularımızı yansıtmazsak kimse bizi anlamaz öyle değil mi ? Demek istediğim aslında karşımızdakine ''Empati'' nin önemini söylemektense hissettirmeyi bilmemiz gerektiği. Daha önceki yazılarımda dediğim gibi cinsiyeti olan beyinlerimiz için kadın beyninin (erkekte de bulunabilir.) empati özelliği erkek beynine göre (kadında da bulunabilir.) daha dramatiktir. Yani tiyatromuzun konusu dram üzerine yazılmış olma ihtimali daha fazladır. Erkek beynine geldiğimde ise bazı şeyler daha net ve kesin çizgilerle olduğu için empatinin büyüsüne kapılması biraz daha zaman alıyor diyebilirim. Bu tiyatro oyunu bizi anlatan, yaşadıklarımızı yansıtan bir oyun olduğu için bizim elimizde olmayan onca olayı da beynimizdeki her hücreye açıklamak zorundayız. Empati de aynı yaşadıklarımız gibi bizim bilincimizin elinde olmaktan çok;
nörolojik olduğu kanısına varılmıştır. Biz daha var olmadan oluşan ve bizi bekleyen onca şey gibi bu özelliğimizde yeri ve zamanında hem bizim hemde karşı tarafın tepkisini etkilemektedir. Farkına varmadan yaşadığımız ikili diyologları durup bir kere daha düşündüğümüzde '' seni anlıyorum.'' cümlesini yakalayın. İşte karşındakine karşı ayna nöronlarınla kendini özdeştirdiğinin en büyük kanıtı. Belki de o yüzdendir ya sahnede, televizyonda daha doğrusu karşında ağlayan biri gördüğün zaman içinin bir garip olması. Beynimizdeki her bir hücre o perdenin kapanışına yakın olayı anlıyor ve ona göre ayağa kalkıp alkışlıyor veya koltuğuna gömülüp sümüklerini içine çekiyor. Arada bir iki tane sabit duranlar elbette var biz onlara mantık diyoruz. Neyse konumuz o değil...  Tüm bu anlattıklarımın özetine gelelim. Ayna nöronlarımızı iyice kucaklayıp hayat sahnemizi en iyi gören koltuğa oturtmalıyız. En önemlisi de onları her gün bir öncekine göre biraz daha geliştirip çevremize öyle bakmalıyız. Herkesin, her şeyin biraz daha ''anlayışa'' ihtiyacı vardır.








19 Haziran 2016 Pazar

BEYİN CİNSİYETİ

Günümüzde sıkça ayrım yapmak için kullanılan bir terim olmuştur ''cinsiyet''. Her geçen yıl biraz daha önüne geçilse de yine de insanların ön yargılarını yıkmak bir hayli zor.
Cinsiyet kavramını bilimsel özelliğinden alıp ayrım yapmak hatta bazen küçümsemek için kullanılıyor. Ama herkesin unuttuğu kocaman bir gerçek var: Beyin Cinsiyeti.
Bu cinsiyet bedensel cinsiyetinizden tamamen farklı olabilir. Evet, şu anda bunu okuyan erkek birey aslında dişi beyne sahipken; dişi birey ise erkek beyne sahip olabilir. Tabii bunu şimdi başka türlü anlayanlara gelsin bu açıklamam. Bahsettiğim farklı beyin cinsiyeti tamamen öğrenme,hafıza, empati gibi bilişsel işlevlerin farklılığı ile ilgili olacaktır.
 Bu olay anne karnındayken başımıza gelenlerden başlıyor. Hatta en başı bildiğiniz üzere erkekteki sperm ve dişideki yumurtanın döllenmesiyle başlıyor. Bu birleşim zigot ardından fetüs diye doğuma kadar gidiyor. Cowan adlı bir araştırmacı yaptığı çalışmalarda anne karnındaki fetüsün dakikada 250.000 sinir hücresi üretebildiğini görmüştür. Anne karnındaki bu inanılmaz öykünün gizemi tabiki bu kadarla sınırlı kalmıyor. Bu mucizevi oluşum gerçekleşirken cinsiyet hormonları ön plana çıkıveriyor.  Bu hormonlar arasında en fazla öne çıkanlar testeron ve östrojen hormonları dişi ve erkeklerde farklı oranda bulunduğu için cinsiyet hormonu olarak adlandırılır. Erkeklik hormonu olarak testeron hormonu gösterilirken dişilerde ise östrojen hormonu ağır basmaktadır. Bu hormonlar ve daha niceleri anne karnında gelişen beyni etkilerken bunların arasında en önemli işlevi yapan testeron hormonu olarak belirlenmiştir. Bu hormon gelişen bebeğin erkek olmasıyla arttığı gibi annenin aldığı besinler veya yaşam biçimiyle de alakalı olabilir. (Annelere buradan selamlar...). Dişi beyinlerde ise annenin ve bebeğin böbrek üstü bezleri büyük rol oynar. Bu farklılıklarla gelişen nice beyin kendine beden bulup dünyaya geliyor. Kişinin bedensel cinsiyetinden çok beyinsel cinsiyetinin önemli olduğuna inanan biriyim. Bunun üzerine gidilerek yapılan çalışmalar ve çalışanlar her zaman 1-0 önde başlamış oluyor. Hala bedensel cinsiyete önem verenlere sormak lazım acaba beyinsel cinsiyeti nedir ?

27 Nisan 2016 Çarşamba

Her şey AYNI

Hayatımız düzenli ve ''aynı'' ilerlediği zaman her şeyin yolunda olduğunu düşünürüz. Ne kötü bir yanılgı aslında. Bu bir kitabın tüm sayfalarının aynı basılması gibi ama bizim fark edemediğimiz kadar derin... Kendime dönüp baktığım zaman çok farklı bir şey göremiyorum aslında. Ne yapabilirim ? diye soruyorum kendime.Bir şeylerin farklı olması gerekiyor. Çünkü beyni en çok yoran ve körelten şeyin monotonluk olduğunu biliyorum. Hep aynı bölgeleri çalıştırırken diğer taraftaki nöron ışıklarının sönüşü, derin uykulara çekilmeleri ve en sonunda kazanılan becerilerin arka raflara kaldırılıp unutulması... Fark edemediğimiz bir girdabın içinde dönüyoruz aslında. Gözlerinizi kapayıp 5'e kadar sayın. Gözlerinizi açtığınızda dünya üzerinde 1300 insan artık olmayacak. Bir gün o 1300 kişiden herhangi biri olacağımız belliyken neden bu okyanusu keşfetmiyoruz ki! 40 lı yaşlara kadar sürekli genişleyen ve bilgiye aç bir canavarı neden beslemeyelim ki ? En basit gördüğümüz, aslında bizden başka canlının bilinçli yapamadığı gülme eylemini bile beynimiz monotonluktan çıkarıp 5 farklı bölgenin aynı anda çalışmasını sağlarken biz hala monoton hayata güzel gözüyle bakalım. Küçük şeylerle başlayabiliriz aslında. İnsan normal uyanma saatinden 1 saat kadar önce uyandığı zaman beyin hala rüya modunda olduğu için yaratıcılık seviyesindeki artışla neler yapabiliriz diye bakabiliriz. Aklınıza gelen ne varsa denemeye değer! Küçük diye önemsemediğimiz şeyler bile hayatımızı sil baştan yapabilir. Bunun en güzel örneği beynimizdeki minik amigdaladır. Bir çok özelliği bulunuyor ama en beğendiğim özelliği, karşımızdaki insanın yüzüne bakarak duygularını anlamamızı sağlaması. Düşünsene kim bilir kaç beladan kaç tane sorundan kurtardı bizi. Veya şu anda sevgilin varsa onun senden hoşlandığını sana anlattı, farkettirdi. Uyurken bile 25 watt enerji üretebilen beynimize daha farklı ve daha güçlü enerjiler bulmalıyız. 90 milyar nöronun hepsini aynı anda çalıştıramazsak bile 1 kere yakıp söndürsek yeter. Nasılsın sorusuna ''Her şey AYNI'' demeden önce düşünmeliyiz. Hepimiz hangi yaşta olursak olalım. Aynı olması iyi mi kötü mü bunu size bırakıyorum ama hayal gücümüzün bir sınırı yoksa; yapabileceklerimizin ve insanlar içinde farklılıkların sınırsız olabileceğini inanıyorum. Bir yerden başla! Bir eşya, bitki, alışkanlık veya bir insan... Kafaya takınca her şeyi yapabilen varlıklar olarak ''Her şey Aynı'' dememeyi kafaya takmalıyız. Daha yanıp sönmeyi bekleyen 90 milyar nöron dururken onları yüz üstü bırakamayız ya!

13 Nisan 2016 Çarşamba

DEĞERİNİ BİL

Zaman... Kim durdurabilir ki ? Hangi icat ? Hangi alet ?... İlerledikçe her şey aynı görünsede bir sürü şey oluyor hayatımızda. Kimse aynı kalmıyorken hiçbir şey yerinde durmuyorken zaman neden dursun ki ! Ağızdan tek kelimede çıkan bu sözcüğün içine uçsuz bucaksız şeyler sığıyor. Mezar taşlarındaki doğum ve ölüm tarihi arasındaki o kısa çizgi gibi... Aslında herkesin o çizgileri farklıyken uzaktan baktıkça aynı geliyor bize. Her bir mürekkep damlası bir anı gibi duruyor orda. Doğumdan... Ölüme... En yakın arkadaş, sevgili, eş, çocuk, iş... Hepsi farklı ve özel oluyor. İnsan öldükten 7 dakika sonra beyin ölümü gerçekleşir. Bu 7 dakikada kişinin hatıraları hızlı bir şekilde gözünün önünden geçer. O hatıralar içinde neden sen olmayasın. Birinin son 7 dakikasında gözünün önünden geçen son hatırasında... Beynindeki son nöronun elektronu da seninle sönerken yanında olmak... Üç noktaların bile yetersiz kaldığı bir durum bu. Böyle bir zamana eninde sonunda geleceğimiz gerçeğini hep unutarak yaşıyoruz. 2.5 milyon gigabyte hafızamızı hep aynı şeylere dolduruyoruz. Gereksiz şeylerle boğuşurken birbirimizden sadece ''Özür dilerim.'' i sakınıyoruz. Düşünsene ! Son 7 dakikanda, kimse seni tekrar hayata bağlayamadığı o anda gözlerinin önünden gerçekten senin için özel olan biri geçmezse... Veya o gözümüzde çok büyüttüğümüz ''özür dilerim.'' i sakındığın kişi geçerse... En garibi de bu anın ne zaman geliceğini bilmiyoruz. Bu anı unutup hep zor şeyler için kendimizi yıpratıyoruz ama beyin basit şeylerden hoşlanıyor. Evet dediğim bilimsel kanıtlanmış bir şey ! Basit bir özür dilerim, basit bir gülümseme, basit bir sarılma, basit bir seni seviyorum, basit bir teşekkür ederim.Bence oldukça basit! Beyin yine en iyisini biliyor. Bu kadar basit şeylerle son 7 dakikanı değil yıllarını sevdiklerinle doldurabilirsin. Kazık mı? Tabi ki yersin ama yeni birileri gelmeyecek mi sanıyorsun ? Hangi yara şu ana kadar iyileşmemiş ki... Bunu okuyup o kadar kolay değil ama diyenleri duyar gibiyim. Biliyorum. Kolay değil. Ama beyin basit şeyleri sever, Unut. Son 7 dakikam için yanımda şimdi olmasa bile o anda elimi tutmasını isteyeceğim kişiler için basit şeyler yapmalıyım(ız). Sev, Gül ve bunu tekrarla. Gerisi gelir. He, gelmezse mi ? Unut ve başa dön... Bakalım senin son nöronun kimi düşünerek sönecek. Unutma 2.5 milyon gigabyte doldurucak çok yıl en önemlisi de yanında olacak çok insan var. Değerini bil.



6 Nisan 2016 Çarşamba

DOST MU KARDEŞ Mİ BİLEMEDİM...

''Ortak olmak her sevince her derde, kedere ve yürümek ömür boyu beraberce el ele...'' dediğimiz özel insanlar için... Hani böyle en derindeyken her şey bitti derken elini tutan o insandan bahsedeceğim. Hani yüzlerce saçma sapan fotoğraflarımız olmasına rağmen hala daha öyle fotoğraflar çekinmeye devam ettiğimiz insan var ya onu (onları) diyorum! Kendimden örnek vermeyi hem çok seviyorum hemde size kendimi anlatmak istiyorum. Şu anda bu bahsettiğim insanlardan bazıları öz kardeşimden bile daha çok tanıyor beni. Öyle çoğul eki kullandığıma bakmayın en fazla 3 tanedir benim ama hepsi de birbirinden değerlidir. Şu bir gerçek ki günümüzde herkes birbirine iki sohbet sonunda ''kardeşim'' demeye başlıyor. Beynin ilgi isteği çok fazla olabilir ama bu kadar da aşağı da olmasın. Bende bunu yapmışımdır sonuçta patronuma(beynime) karşı gelmek epeyce zor oluyor.Ama ''kardeşim'' dediğim asıl biri vardır ki empati duygusunun en hat safhada olduğu biri. Artık beyinleriniz bütün nöronlarını aynı anda çalıştırdığı, aynı anda harekete geçtiğiniz o insan... İnsanlar dış görünüş olarak nasıl benzer yaratılmışsa ben inanıyorum ki beyinsel olarak da bir elmanın iki yarısı gibi yaratıldığımız insanlar var. İşin en püf noktası ise o elmanın diğer yarısını bulmak ! Onun gerçekten aradığın kişi olduğunu anlamanın en kolay yolu da gözlerden geçer... Çünkü göz bebeği birine memnuniyetle baktığınızda %45 genişler ve benim her seferinde bu %60 ı  zorluyordu :'')  İşte bunu farkettiğimde onları bırakmama kararı aldım. Kavgalar olmuyor mu e illaki ! Hangi kız reglken birine sataşmıyor ki... Hangi erkek topu istediği yere pas vermediği için saydırmaya başlamıyor ki... Ama evlilikte olduğu gibi bunlar da tadı tuzu oluyor bu bütünün. 2.5 milyon gigabyte hafızamızı doldurmak için enfes anıları toplamamıza yardım ediyor bu insanlar. Kimi 7 sinde , kimi 17 kimise 27 sinde buluyor elmanın geri kalanını. Bu biraz şans işi olsa da tek bildiğim ve tavsiye verebileceğim şey eğer bulduysan bırakma! Küs ama bitirme, kız ama özür dile, darıl ama kin besleme ve hepsinden önemlisi de hep Sev! Ona baktığında(her ne yaşamış olursan ol) hala içinde gülen bir çocuk hissediyorsan bil ki vücudun oksitosinle doluyodur! Bunun için bile onu sevebilirsin!

25 Mart 2016 Cuma

YARDIM EDEYİM Mİ ?

İnsan duygularıyla yaşar beyniyle karar verir. Duygular onun yolu, beyni ise önünü gösteren ışığıdır. İstediğimiz yolu seçebiliriz ama hep aynı ışıkla önümüzü görürüz. Öyle bir yol var ki hem başkasının hayatında yeri büyük hemde zararsız bir yol. Benim anlatacağım yolun başlangıcı ''yardım edeyim mi? '' sorusuyla başlar... Birine yardım etmenin güzelliğini tattığınız zaman bu yola koyulmuş oluyorsunuz. En azından benim anlatacağım yolu anlamış oluyorsunuz. Birine yardım etmek aslında ne kadar kolay hepimiz için. Bu zamanlarda özellikle anlıyorum bunun değerini. Hiç tanımadığın birini senin için koşuştururken görünce, bunu fark edip düşündüm ''neden yapıyor bunu?'' diye. Veya sevdiğim biri bir anda koluma girip sadece kuru bir teşekkür için bana baston oluveriyor. Kimisi bir eşyamı taşıyor hatta yemeğimi ayağıma getiriyor. Bunun değerini fark edemiyoruz bu hayatta. Çünkü beynimizi görüşlerimizi ve bakış açımızı sürekli aynı şekilde çalıştırıyoruz. Bilimsel bilgileri bir kenara bırakıp konuşacağım biraz. Çünkü bu eylem diğerlerinden tamamen farklı ve karşılığı olmadığı halde bizleri gururlandıran bir şey. Şu anda hangi yaştaysan dön bak bir arkana kimler sana nasıl yardım etmiş, en önemsiz gibi görünen insanlar bile senin bahçene bir tohum atmış ve sen o büyüyen ağaçtan meyve yer olmuşsun. Bunlardan da önemli olan bir şey varsa o da senin kimlere yardım ettiğin ! Seni ne kadar güçlü biri yaptığını düşün ve bunun büyüsünde biraz düşün. Birinin elindeki bir şey ağırken onları taşıman, yere biri bir şeyini düşürmüşken onu hemen eğilip alman veya ''sakat'' olan birine yardım etmen... Ben bunların karşılığını bile bulamıyorum. Sadece bu eylemin ve getirdiği harika duyguların büyüsüne kapılıp kendimi çevremdekilere teslim ediyorum. Büyük küçük demeden yardım etmeliyiz ve beraber olmayı bilmeliyiz. Şu anda çok başarılı birinden '' Yaşamak için, yaşatmalısın!'' sözünü duyduğumda hiç bu kadar anlamlı gelmemişti bana. Öylesine yaptığın bir yardımın ileride senin hayatını değiştireceğini hiç düşündün mü ? Benim şu anda öyle. Aynı şehirde veya aynı okulda olmasam da benden karşılık beklemeden sadece o anda beni düşünerek ''yardım eden''... Evet, evet o kutsal eylemi gerçekleştiren çok özel arkadaşlarım var. Elimden sadece ''kuru'' bir teşekkür etmek geliyor. Zaten onlar da daha fazlasını beklemiyor. Elimden tutup her adımım için bana yardım eden özel insanlar size sonsuz teşekkür ediyorum. Sizinde eminim böyle özel insanlar vardır çevrenizde. Bence bunları düşünüp kendinizi şanslı hissetme zamanınız gelmiştir. Veya onlara daha fazla sarılma zamanıdır. Bildiğim tek bir şey varsa onları bırakmamak... Umarım biraz olsun bu eylemin önemini tekrardan hissettirmişimdir. Ben her hissettiğimde yanımdaki özel insana hayran kalıyorum. Cüssesi, tavrı , davranışı benden tamamen farklı olabilir ama O şu anda ''benim için'' burada ve benimle beraber.Yardım ederken de yardım edilirken de bunları hissediyorum. Ve içimden '' seni çok seviyorum.'' diyorum. İşte buna gerçekten değer !

23 Mart 2016 Çarşamba

UTANIYORUM AMA...

Hangi yaşta olursa olsun değişmeyen tek ve bence en saf duygudur utanmak, utanabilmek. Kimi zaman söyleyemediğimiz bir özür dileme, kimi zaman en komik anlardaki gerilme... Şu bir gerçek ki utandığımız bir şeye bir zaman sonra dönüp baktığımızda aslında ne kadar komik ve ders verici  olduğunu anlıyoruz. Tabi bununda ilerisinde bir olaysa ve ''utanıyorum'' kelimesi kullanılıyorsa o sadece utanma değildir. Neyse ben saf ve temiz olanından bahsetmek istiyorum size ve kendime. Saf ve temiz şeylere hayatımızda daha çok ihtiyacımız var. Sevmek kelimesiyle utanmak ne de güzel yakışıyor birbirine... Aslında sevginin doğurduğu bir duygu denebilir bence. Düşünsene karşında sevdiğin biri var ve her hareketini göz ucuyla takip ediyorsun ve bunu en yakın arkadaşın fark edip sanki dünyadaki en kolay işmiş gibi ''bu kadar kasıyorsan gidip söylesene'' diyor sana... Gerçekten o anı kesip atasım geliyor. O kadar kolay sanki! Kendini savunmak için  '' Utanıyorum ama!'' dediğinizde o iç karartıcı bakışları veya gereksiz ısrarları etrafı sarıveriyor. Ben tamam desemde beynimdeki hareket duyularının hepsine sakız gibi yapışan bir duygu var; Utanmak. Şöyle acı bir gerçekte var, birine karşı duygularınızı ne kadar uzun süre saklarsanız, o duygu için harekete geçmeniz o kadar zorlaşır. Yani bilim insanlarının dediği şey o sakız orada kurur kalır. Benim de demem gereken şey '' seviyorsan git söyle'' bence. Ah biliyorum acayip bir çatışma yarattım ama ben böyle durumlarda her ne kadar söyleyemesem de belli ediyorum en azından hislerimi. Çünkü belli etmediğim her an beynim adrenalin hormonuyla tüm vücudumu doldurup taşırıyor. Sonra neden kocaman kırmızı bir surat. Tabi ki patronuma (beynime) dur diyecek halim yok. O kendine ve bana en uygununu yapıyor zaten.Hiç kendi fabrikasını batırmak isteyen bir patronla tanışmadım.Beynimizde bütün nöronlarıyla didinip duruyor. Stanford Üniversitesinde de yapılan bir deneyde utanabilen insanların daha cömert ve iyimser insanlar olduğu kanıtlanmıştır. Demem o ki utanabiliyorsanız gidip alnınızı birine öptürün ve kendinizle gurur duyun. Çünkü harika bir beyniniz ve bir o kadar da harika bir kişiliğiniz var demektir. Bu arada eğer benden daha cesaretli biri çıktıysanız ve gidip bir şeyler dile getirdiyseniz;
değer verdiğiniz her kimse bolca ona sarılın. Sarılmak bütün hücrelerinize iyi gelen tek ve en güzel rahatlama yöntemidir. Herkesi sevdiğiniz kadar kendinizi de sevin. Çünkü bir hayat boyunca sizin yanınızda sadece ''siz'' olacaksınız.


20 Mart 2016 Pazar

HİÇ UNUTUR MUYUM ?

 Sohbet esnasında harika bir anınızı yaşadığınız biri gelip ''hatırladın mı?'' diye sorup hevesli bir şekilde size bakarken ''hiç unutur muyum?'' dediğiniz zamandan bahsedelim biraz da. Sayısını hiçbirimizin bilmediği kadar çok anı... Şu anda durup düşün 17,20,35... dile kolay olan onca seneye sığdırdığımız milyonlarca anı. Kimi, günlerce süren kimi, 10 saniyeden az ama aylarca sürecek etki bırakan sayısız ataşlarımız. Ataşlarımız dedim çünkü hayata bizi tutturan, bağlayan özel anlar onlar. Bizi, biz yapan! Kimisi, mutluluktan uçuran kimi, korkudan altına yaptıran... Kabul etmemiz gereken bir şey varsa o da üzüldüğümüz zamanki anılarımızın daha çok üstümüzde etki bıraktığı. Hep amigdalanın işi bunlar. Beynin ortasına kim onu yerleştirdi bilmem ama keşke boyutu kadar etkisi de küçük olsaymış. Duygular konusunda titiz davranarak ve her anımızı kaydedip sürekli bize ders veren küçük yardımcımız o. Tabi ki konu duygular olunca dişilerde büyüklüğünün fazla olduğu bir gerçek ama isminin gerçek anlamı gibi badem boyutunu geçmiyor. İşin en garibi geçmişten gelen binlerce korku,aşk, trajedi hikayeleri olmasına rağmen bu minik 19. yüzyılda yeni keşfedilmiş. Ben boş zamanlarımda eski güzel anılarımı düşünen biri olarak amigdalaya hayran kalıyorum. Kim senin için ilk elini tutanı, ilk okuldan kaçışını, arkadaşlarınla sarhoş oluşunu veya seni üzen birinin son söylediklerini saklar ki... Başımızın üstündeki gücün değerini bilelim ve ona iyi bakalım. Yaşanılacak çok şey, kaydedilecek çok anı ve ders çıkarılacak çok gidenimiz olacak. En önemlisi de bunların hepsini karşınıza birilerini alıp anlatmanız gerekecek. En heyecanlısı da bu olsa gerek....  

12 Mart 2016 Cumartesi

ŞEYTAN GÜLÜŞÜ

Bazen ''haksızlık'' kelimesinin bile anlamsız kaldığı olaylar yaşarız veya tanık oluruz. İşte o zamanlarda sabredip sonunda ''son'' gülen kişiyi anlatacağım size. İsmi gibi tehlikeli bir gülüş bu ama ben hem seviyorum hem de bolca kullanıyorum. Çünkü bu hayatta ''hak'' kelimesinin anlamını bile bilmeyen insanların altında kalarak ezilmek hiçbirimize yakışmıyor. Bu iş, okul veya arkadaş hayatıyla sınırlı kalmayıp aşk hayatına da yansıyor çoğu zaman. Neyse ki dişiler tarafından baktığımızda bu konuyla baş etmek biraz daha kolay. Ama kaşı taraf için aynı şeyi söyleyemem. Hiç düşündünüz mü bir tartışmanın üstünden yıllar geçse bile haksızlığa uğrayan dişi o zamanı dün gibi nasıl hatırlar diye! Bir de o zaman ağladıysa  ve beyni o ağlarken intikam duygusu olan parietel lobu aktifleştirdiyse... Yazının sonunu bile getiremem. Çünkü eninde sonunda o yazının sonu Şeytan Gülüşüyle bitmiştir demektir. Oysaki erkekler ne kadar masumlar (istisnalar kaideyi bozmaz.). O olayı veya karşısındakinin yaptığı en büyük haksızlığı (kazığı) unutmak için önce gözlerden başlıyor. O olayı veya kişiyi hatırlatan şeyler ortadan kalktıkça erkek beyni ayrıntıları zamanla siliyor ve geriye pürüzsüz bir geçmiş kalıyor. Kafaları da rahat... Erkeklerin bu rahat hallerine hep hayran kalmışımdır. Ama onlar unuttukça karşı taraf daha çok bunalıyor o ayrı konu tabi... Neyse. Şeytan gülüşü çoğu zaman dişi bireyler arası da olabiliyor ve işte bu en tehlikelisi! Gerçekten eğer böyle bir olayın arasında kalmışsanız hemen oradan uzaklaşın derim. Çünkü bu intikam duygusunun peşinden gelen sürüyle dedikodu olacak. O dedikodular masaları çatlatır nitelikte oluyor haberiniz olsun. Arşivlerde yazılmamış şeyleri bile gün yüzüne çıkaran insanlar biliyorum... Aman dikkat! Tabi ki erkek dedikodusu diye bir şey de var ortada. Her ne kadar çiğnenmiş sakız havasında olsa da eğlenceli olduğu da bir gerçek. İşin aslı şu böyle dedikodularla,intikam duygularıyla beynimizi çok fazla yüklersek istemsiz olarak bazıları silinecek. O yüzden en iyisi Şeytan Gülüşümüzü herkese göstere göstere yapıp kendi köşemize geri çekilelim. En azından kafamız rahat olur :'')

9 Mart 2016 Çarşamba

Adı AŞK'mış

Hangimiz sevmedik..? Bugün çok derin bir konuya değineceğim. AŞK... Hepimiz bu yaşımıza kadar bu duygunun bizi sarması için bekledik. Birinin gözlerine baktığımızda bu duyguyu hissetmek istedik. Ne kadar can yaksa da aslında o acıları bile bile kabullendik. Bazı şeyler 1.3 kg lik bir organda sınırlı kalmıyor. Konu aşk olduğu zaman bütün evren yokmuş gibi karşımızdakini hayatımız yapıyoruz. Kesinlikle bu beyin,hormon veya her ne biyolojik terim varsa hepsinden öte bir şey... Her şeyde olduğu gibi ben beynimizde de kapatma tuşu olduğuna inanıyorum ve konumuz eğer aşksa kapatma tuşuna hemen elimiz gidiyor. Oysa karşımızdakiyle yaşadığımız her şeyi bugün size ''anlat'' desem bir kere bile takılmadan anlatabileceğinizi biliyorum. Ordan bir öğretmen sesi duyar gibiyim ''dersleri bu kadar bilsen dahi olmuştun'' diye bağıran...
Bu sonu olmayan duyguyu yaşarken, hani karşınızdaki size ilk hareketini yaptığında böyle karnının üstünde bir şey havaya kalkar gibi olur, böyle nefesiniz darlaşır ve salak gibi gülmeye başlarsınız ya Hehhh!! İşte tam da o anda dopamin denilen hafıza geliştirici hormon sular seller gibi tüm vücudunu sarar. Bu hormon salgılandıkça o yaşadığınız fantazik an kafanıza kazınır. Gel de bunu derste salgıla şimdi... Bu hormon ilişkiniz devam ettiği sürece salgılanmaya devam eder ve bu hormonun aşırısı uyuşturucuyla aynı etkidedir. O da Hafıza kaybı ! Ne kadar ironik bir olay aslında hem hafıza güçlenirken hemde sizi uyuşturan bir duygu! Gelelim bu filmlerin bitişlerine... Çok büyük elvedalar günlerce ağlamalar ve unutamamalar... Hayatımda çok kez bu sahnede kendimi oynarken buldum ve yanımda birini ararken o kişi uzaktan el sallıyor oluyordu. İşte bu durumda dopamin seli bir anda kuruyor ve o beynindeki bütün ''harikalar diyarı'' oluyor sana mahalle sirki... Biz en iyisi mi çikolotaya aşık olalım. O da dopamini akıtmasa da damlatıyor... :'') Boşuna yormayalım bizi zirveye taşıyacak rehberimizi... Ama şu bir gerçek ki SEVMEK GÜZEL İŞ.

8 Mart 2016 Salı

10 SANİYE KURALI

Hayatımızdaki milyonlarca güzel anın hepsini gözümüzün önüne getirmek istesek bile bunun imkansıza yakın (imkansız diye bir şeye çok inanmam) olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu milyonlarcasının içinden daha bir özel bize yaşadığımızı hissettirenler vardır. Kendimden örnek vermem gerekirse kendimle kaldığım anlarda size bahsedeceğim 10 saniye kuralını uygulayarak o anı beynimde sağlamlaştırıyorum. Şimdi gelelim 10 saniyeye... Bu arada siz bunu 15 saniyede yapabilirsiniz sonuçta beynimizin bile farklı olduğu bir zamanda sizi sayılarla sınırlayamam. Kural aslında çok basit. Her şeyi tamamen loblarımıza bırakıyoruz. Kendinizi çok özel hissettiğiniz anda tek tek duyularınızı hissedin. 10 saniyede! Önce etrafa iyice doya doya bakın ( Oksipital lob) ki sizin önemsemediğiniz şeyler beyinde bilinçaltının tam ortasına oturabiliyor. Sonra kulaklarınızı iyice hissedin ve iyice duyun ( Temporal lob) etrafınızı. Eğer tadına (Partiel lob ) bakabileceğiniz bir şey varsa elinizde şimdi de sıra onda. Beynimizi çok fonksiyonlu hale getiriyoruz ki kalıcı hatıralarımız olsun. Geriye 4 saniyemiz kaldı.(Benim hesabıma göre) Çevrenizde dokunabileceğiniz bir şey varsa iyice hissedin onu. Tüm yoğunluğunuzu ona verin. Bütün impulslarınızı bunun için çalıştırın ki en kalıcısı olsun. Ve gelelim en önemlisi... KOKU! ( Temporal lob ) Duyular arasında en önem verdiğim diyebilirim. O anın kokusunu en içten şekilde çekin içinize bir kere de değil doya doya, sindire sindire... Burnumuzu tam yüzümüzün ortasında olmasının önemi de buradan geliyor ya! Beynin eleme-ayıklama merkezi olan talamusa takılmadan direk olarak beynimize gelebilen tek duyumuz;koku. O yüzden unutmamak için koklayın. Çok garip gibi geliyor ama kokuyla beraber şuanda beyniniz aktif bir şekilde çalışıyor. Belki de nöronlar arası yeni bir bağ oluşmuştur ve bu size belkide çok önemli bir bilgi için yer açmıştır. Bu tavsiyemi uygulayın ve UYUYAN DEVİ UYANDIRIN ! Çünkü onu sadece başınızın üstünde taşımak
oldukça zor olurdu...

7 Mart 2016 Pazartesi

CİNSİYETE GÖRE BEYİN

Hep biyoloji, fen derslerinde tek çeşit ceviz görünümlü ''beyin'' fotoğrafları gösterirlerdi bize. Kimse de hiç düşünmezdi dişi ve erkeğin bu kadar çok farkları varken neden beyni aynı olsun (?) diye... İşin garip yanı da şu her hareketimizde kullanıyoruz ve her şeyi karşı cinsten farklı yapıyoruz. Tabi bu soru kafama ilk girdiğinde direk bilgisayar karşısına oturmadan önce kendi gözlemlerimi yapmak istedim. Erkeklerden başladım bu olaya. Herhangi bir olay olduğu zaman erkeklerin net ve kesin cevaplar verdiğini gördüm. Kızlar ise cevabının net olduğunu söylerken bile tereddütleri gözlerine yansıyordu. Sonra konu geldi karşı tarafı anlamaya... EMPATİ ! Erkeklerin hiç şüphesiz korkulu rüyası. Nedenin sorucak olursanız günümüzdeki erkeklerin yaklaşık 3\4 'ü empati nedir bilmiyor. İsteseler bile anlayamayacakları bir duygu bu. Çünkü erkek beyninde empati adı altında hiçbir hormon, duygu veya salgı yok. Bu demek olmuyor ki hiçbir erkek empati yapamaz diye. Bazı erkeklerde kadın beynine has gelişmiş bölümler bulunuyor. Bunun nedeni tamamen anne karnında alınan hormonlarla alakalı. Neyse erkekleri incelerken bir şey daha çok dikkatimi çekti. Karşısındaki insan bir şey anlatırken göz teması kurulmazsa karşı tarafın dediği beyine ulaşana kadar yarısı siliniyor bile. Erkekler hep bu yüzden azar yer ya...Eğer sevgiliniz varsa ve böyle bi durumdaysanız karşı tarafa biran önce bilimsel açıklamanızı yapın derim.
 Gelelim kızlara... Bu anlattıklarımın aksine kızların beyin yapısı ve işleyişi tam bir İsviçre saati... Normal zamanda bile televizyon karşısında oturan bir dişinin izlediği şeyden etkilenme oranı erkeğe göre oldukça fazla. Siz neden en çok dişilerin ağladığını sanıyordunuz ! Tabi ki empati duygusunun gücü! Başlı başına bir salgı makinası olan dişinin hiç tanımadığı birinin acısını anlaması çok normal oluyor bu sayede. Kız toplantılarının nedenini de burada açıklamış bulunuyorum. Dişi beyni empati yaptığı gibi karşı taraftan da empati bekleyen bir yapı da oluyor bu da otomatik en ufak sorununu bir erkeğe anlatmaktansa bir dişiye anlatmayı tercih ediyor. Tabi ki de istisnalar her şeyde olduğu gibi bunda da var ne de olsa konumuz BEYİN!
 Keşfedilmemiş gezegene HOŞGELDİNİZ!

6 Mart 2016 Pazar

BEYNİ FARKEDELİM

Yapmamız gereken yaptığımız ve yapmış olduğumuz her şeyin ortak noktası olan BEYNİMİZİ şu ana kadar hep biyolojik açıdan öğrendik veya hiç kullanma ihtiyacı duymadık :'')
 Önümüzü aydınlatacak lambayı yakma vaktimiz çoktan geldi de gidiyor bile! Ben bu lambanın hayatınıza daha çok ışık vermesi için size yardım edeceğim.
Beynimizi hayatımızdaki günlük işlerde kullanmanın zamanı geldi. Günlük işlerde bu mükemmel makinanın nasıl işlediğini bilirsek zorlu mücadelelerde doğru adımları atabiliriz. Hormon dediğimiz bir sıvının veya toplu iğne ucundan yüzlerce kat küçük olan elektronun bile hayatımızdaki mükemmel değişimini size anlatacağım... 
Kim düşünürdü bir elektronun kaslarınızı, organlarınızı, sinirlerinizi, duyularınızı ve hatta karşınızdaki insanı bile etkileyeceğini... Ünlü düşünür Aristoteles'in de dediği gibi ''Kimse tesadüfle veya onun vasıtasıyla doğru ve akıllı olmaz.'' beynini kullanan doğruya ulaşır.
 Kimsenin keşfedemediği ama her gün, her yere ''başının üstünde'' götürdüğün sonsuz organa dön bak istedim... sana anlatacağı çok şey var.